13 Eylül 2013 Cuma

Rüyalar Gerçek Olsa

Çoğu rüyamızı hatırlayamıyor olduğumuz gerçeği beni derinden sarsıyor arkadaşlarım. Çünkü orada beynimiz bize kendimizle ilgili pek çok şey gösteriyor aslında. Sergilenen senaryo hep içimizdeki bir yerlere bağlanıyor. Gerçi çocukken gördüğüm ve neden bu kadar etkilendiğimi anlamadığım içinde kırsal alan ve terlik içeren bir rüyayı hala hatırlıyorum mesela.

                                     *Fotoğrafı Avusturya'nın harika parklarından birinde çekmiştim.

Nereden mi bu konuya geldim? Bu gece gördüğüm rüyayı çok net hatırlıyorum mesela, hangi parametrelere bağlı olduğu tam belli olmayan bu mistik durum hakkında, serviste uyuyakalmadan önce sanırım 1,5 dakika kadar düşündüm-bu konuya sonra geleceğim… Rüyamda bir durum yüzünden bir anda Avusturya’ya gitmişiz, durumu tam bilemiyorum tek düşündüğüm yanıma hiç kıyafet almadığımdı. Rüyamda kendi kendimi teselli edip neyse Primark’tan alırım dedim ki yatmadan önce anneme Primark’a gitmeyi özlediğimi söylemiştim. Görüyor musunuz ufacık bir şey nasıl rüyama girmiş?! Olaylar burada sınırlı kalmıyor, bir markalar geçidi olan rüyamda bu kez Nine West mağazasını görüyorum, birkaç gömleği öğle tatili bittiği için denemeden alıyorum. Mağazanın içi –yerler dahil- gömlek ve eteklerle doluydu ki, galiba içerisi başka mağazaydı da beynim niyeyse Nine West diye kodlamış.

Serviste uyuyakalmadan önceki 1,5 dakikaya geri dönelim.  Çok erken kalkmalarım sayesinde pek çok fantastik olay yaşıyorum. Mesela geçen gün uykuyla uykusuzluk arasında serviste olduğum halde acaba servisi kaçırdım mı diye gözlerim fal taşı gibi açıldı. Artık ne görüyorsam yine rüyamda.

Hep yaşadığım bir başka fantastik olay da, kalkıp hazırlanmam gereken zamanda uyumaya devam etmem fakat o kadar da sorumsuz olmayı kendime yediremediğimden olsa gerek aynı anda rüyamda hazırlandığımı görüyorum. Ben 10 dakika daha uyurken rüyamdaki Gizem kalmış, hazırlanmış, çantasını bile düzenlemiş, e vallahi bravo ona, pek düzenli bir kız doğrusu!

Rüyalarda buluşalım, bloglarda kavuşalım peri tozlarım, iyi cumalar!

5 Eylül 2013 Perşembe

Günün Faydalısı

Bugün yine orada burada yaprak kemirir gibi bilgi kemirirken sizle de paylaşmak istediğim şeyler gördüm. Magazin basını diliyle mi seslenseydim acaba? Şok gelişme! Ya da gazetelerin yaptığı gibi ilgi çekici olsun diye alakasız başlıklar mı atsaydım?

                                                                       source: pinterest

Etrafınıza bir bakın, herkes diyette mi? Diyette olmayanlar pazartesi diyete mi girecek? Lezzetli olarak algıladığımız  yiyecekler neden hep çok kalorili? Aslında bu sonuncunun cevabını hep merak edip araştırmışımdır. Biz bol yiyen, kalorili beslendiği için hayatta kalabilen nesillerden geliyormuşuz da ondan, beslenemeyenler o zamanların koşulları altında silinip gitmişler. Yani duyumlarım okumalarım bu yönde özetle.

Peki ince olmak, “çok ince olmak” her zaman güzellik göstergesi miydi? Bunun yanıtının hayır olduğunu hepimiz biliyoruz sanırım. 1970 ortalarında Amerikan kültüründe, ince olmanın önemli olduğu zamanlarda,  ‘Miller’ birası az kalorili olan ‘Miller Lite’ ürünü ile çok başarılı olmuşken, 1960’larda, Gablinger bira markası, az kalorili ürünleriyle pazarda önemli varlık göstermemiştir. Sebebi neydi dersiniz? 1960’larda zayıf olmanın şimdiki kadar önemli olmaması! Kıssadan hisse, güzellik ölçütleri zamanla değişir, size bir şey olmasın! Neyse biz sebzemizi meyvemizi yiyelim, sağlığımızı ihmal etmeyelim şekerler!

Herkese güzel perşembeler!

XOXO
GİZEM

instagram:gizeemkose 
See you there :)


2 Eylül 2013 Pazartesi

Yeni Ay

Hep söylerim, benim için yıl ocakta değil eylülde başlar. Bu sebeple bugün benim için yılın ikinci gününün içindeyiz. “Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer” sözünü hem ocakta hem de eylülde test etmiş bir insan olarak, zannediyorum eylüle nasıl girersem öyle geçiyor benim yılım da. Eylüle özel bir ilgiyle yaklaşıp tüm pozitif enerjilerimi göndermem belki de bu yüzden.


                 *Fotoğrafı ben çektim Edirne’de, iki yıldır ayçiçeklerinin boynu büküklüğüne yetişebiliyorum ancak.

Bir süredir her hafta sonu bir yerlerdeyim, tatil sonrası tatil ihtiyacımı gideremediğimi görünce cuma cumartesi pazar tatilini dinlenme tatili yapıp bir yere gitmedim. Hal böyle olunca normalde hiç izlemeyeceğim türden acıklı filmlere de denk geldim. Benim gibi “her türlü acıklı filme itinayla hüngür hüngür ağlanır” tipi bir insan için bu tuzağa düşmek gibi bir şey. Senaristlerin “bu sahneyi buraya koyalım kesin çok duygusal olur” dediği sahneyi hemen algılar, filmin mantığını çözer, ağlatmak için yapmış bu kadar olmaz derim içimden, ama bu kadar mantık abidesi olduğum halde bir yandan da ağlarım. Hem mantıklı düşünür “hep oyun bunlar” derim, hem de gözlerim dolar.

Sonra bol bol bilmediğim dünyaları izledim. “Ben hiç dizi izlemem, genelde belgesel” der gibi olacak (ki izlediğim dizileri yanyana koysak buradan köye yol olur :D) ama arada da hayvanların dünyasını izlemek hakikaten kafa boşaltıyor. Aranızda bal porsuğunu tanımayan var mı? Kendisi duymasın, oldukça sinirli biri! :)  Onun o umursamaz, bir sonraki adımını düşünmeden hareket eder tavrını izlemek hobilerim arasına girdi. Mutlaka bu hayvan hakkında biraz okumanızı tavsiye ederim, dünya görüşünüzü etkiliyor :) Aklıma gelmişken, kuş gözlemciliği diye bir meslek var biliyor musunuz, bir de okyanus biyologluğu var, çok güzel işler bence.


*Adana-Gaziantep yolu, yel değirmeni gözlemciliğinde uzmanlaşıyorum.

Ben aslında kahverenginin her tonunu severim. Kurumuş yaprak rengini severim. Başıma çok güneş geçmesinden hoşlanmam, Tamam tamam beyazı da severim. Yaprakların üstünden geçerken çıkan o sese artık çok yakınız. Bu sonbahar çok sert geçecek! (izlediğim dizilerin buradan köye yol olduğunu söylemiş miydim? :D)

Herkese güzel eylüller, yepyeni mutluluklar!

GİZEM




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...