23 Aralık 2013 Pazartesi

Haftasonu Rotası: Kuzguncuk

Ne kadar gezilirse gezilsin yine de bitmeyen bir şehir İstanbul. Her seferinde yeni bir sahne sergiliyor bize bu şehir. Güne öncelikle deniz havası alarak başlayabiliyoruz burada, sonrasında aklımızdan geçen yere gitmek için hazırlanıyoruz. "Gözlendiğinde, zaman hızlı ilerlemez. Gözetim altında tutulduğunu hisseder.Ama zaman, bizim dalgınlıklarımızdan yararlanır, belki de iki zaman vardır, gözlenilen zaman ve bizi değiştiren zaman..." demişler ya, aslında zamanı ne gözetim altında tutmak mümkün, ne de geri alabilmek...En güzeli, bulunduğun yerde en güzelini yaşamaya çalışmak :) Zaman hızla akarken, içine ne sığdırdığımız önemli olan.



Bu seferki sürprizini bize Kuzguncuk'ta yapmasına izin verdik bu hafta sonu İstanbul'un :) Gerçekten de hediye paketine sarılı gibi evler karşıladı bizi. Nereye gidersem gideyim evleri, boyaları, mimariyi incelemeyi çok seviyorum. Hele ki tarihi dokunuşlar varsa, değmeyin keyfime. O kadar güzel evler var ki, hangisini detaylı inceleyeceğimizi şaşırıyoruz, rengarenk bir macerada buluyoruz kendimizi...



Aslında ben birkaç yıl Anadoluhisarı'na sürekli gittim, ama nedense Kuzguncuk'a yeterli zamanı ayırmamıştım, artık sevdiğim mekanlardan biri oldu. Kuzguncuk civarında hoş vakit geçirilebilecek pek çok yer var, tesadüfi olarak gitseniz dahi gözünüzün iliştiği herhangi bir yer sizi yanıltmayacaktır. Biz o günlük Sitare'ye oturduk. Mekan, dekorasyon çok güzeldi. Her yere olduğu gibi Sitare'ye de bir yılbaşı havası hakimdi. Eskiye gitmek ne kadar da iyi geliyor insana, yaşadıklarına pastel bir his katıyor...



Hatırlamak için yavaşlar, unutmak için hızlanırmışız, umarım hepimiz en güzel hatıraları istediğimiz hızda yaşarız :)

XOXO
Gizem

19 Aralık 2013 Perşembe

Yılbaşında Ne Yesek Ne İçsek?

Beklediği bir şey olması insanın hayatını biraz daha anlamlı kılıyor aslında. Bayram tatilini beklemek, yeni bir yılın gelişini beklemek, eve gelecek misafiri beklemek, kargo beklemek, hayal edilenlerin gerçekleşmesini beklemek hayatımıza ufak ışıltılar serpiyor. Biz de karanlık zamanlarda o ışıltıları heybemizden çıkarıp hayatımızın en ortasına koyuyoruz, "yeniden başlamak" için.

Yeni yıla gireceğimiz akşam eski yıla en güzel şekilde veda etmek, yeni yılı en umutlu şekilde başlamak için sofralarımızı hem ayrılığa, hem kavuşmaya yakışacak şekilde süslemek isteriz değil mi?


Soğuk havadan kurtulup kapıdan içeri girenlere bir sıcak çikolata ikramı çok iyi olur çok da güzel olur...



 Yılbaşının olmazsa olmazı ise zencefilli kurabiyeler, ister evde yapabilir isterseniz hazır alabilirsiniz, küçük marketler bile satmaya başladı bu küçük sevimli ama boylarından büyük tatları olan kurabiyeleri :)


Yılbaşında kırmızı, beyaz ve yeşilin üstünlüğü var :) Masamızı düzenlerken, evi süslerken bu renklere başrol verebiliriz...Çilek de kırmızı oluşuyla hemen yılbaşı soframızın tatlısına girmeye hak kazandı :) Çilek, krema, kek ve voila, hem konsepte uygun, hem şekerliğin kitabını yazan, hem de kolay olan tatlımız hazır!


Aaa fazla çilek almışım, ne yapsam derseniz en iyi arkadaşı çikolata hemen gelir...Kıpkırmızı parıldar yine sofrada...


Ana yemeğe herkesin damak tadına, kişi sayısına göre karar verilir :) Ben daha çok işin eğlence kısmına eğildim, bu da geriye sayım başlamadan önce ister oynayabileceğiniz, ister heyecanla ağzınıza atabileceğiniz, ister ikisini anı anda yapabileceğiniz şekerler! Yılbaşı gecesi elinizde kalan şişeleri de atmayıp bu şekilde değerlendirebilirsiniz :)

Pictures: weheartit

Enn önemlisi sofranızdan huzur, eğlence, mutluluk eksik olmasın!

XOXO
GİZEM

12 Aralık 2013 Perşembe

Kaç Dilek Hakkımız Var?

Geçen postta kardan kıştan bahsetmişken, birkaç gün sonra İstanbul'da kar yağdı. Öylesine söylediğiniz bir şey gerçek olunca istemsiz olarak "keşke başka bir şey dileseymişim" der misiniz siz de? Acaba bu "dileklerin sayılı olduğu" fikri tam olarak hangi aşamada girdi aklımıza? Alaaddin'in Sihirli Lambası'nda 3 dilek hakkı olduğunu okuyarak büyüdüğümüz için böyle belki de. 3 dilek hakkının sonuncusunda "Sonsuz dilek hakkı istiyorum!" demesini istediniz mi siz de, o zaman ne olacağını merak ettiniz mi? Şu anda bana 3 dilek hakkı da yeterdi aslında, hemen aklımdakileri sıralayabilirdim, bakalım kar yağışı gibi bu içimden geçenler de hemen olacak mı?

Gece uyanıp pencereden bakınca dışarıdaki manzaranın değişimi elbette ki heyecan verici, o sebeple kar yağışını hep hevesle beklerim, çocuk gibi de sevinirim. Bembeyaz bir örtü, doğanın armağan ettiği...Hediyeyi çam ağacıyla göndermiş bir de, kabul edip fotoğraflamamak olmazdı.


Kar yağınca ev de bir başka güzel oluyor...O soğukta çıkıp sıcak çikolata aldım, canının istediğini ertelememek lazım :) Penti'den aldığım inekli ev botlarım hiiç üşütmüyor beni...


Her yerde bir kış havası var...


Bu hava değişikliğinin hayatınızdaki yansımasının güzel değişiklikler olduğu günler diliyorum...

XOXO
GİZEM 

Instagram: gizeemkose

3 Aralık 2013 Salı

Üşüyerek Kurtuluyorum

Uyandığımda o kadar soğuktu ki, bu yıl ilk defa çok üşüdüğümü hissettim. Bir yandan da bu üşüme duygusunu biraz sevdiğimi düşündüm, sanki üşümeyi bastırdığımızda mutlu oluyormuşuz gibi geldi, üşümek aslında mutluluğa giden köprülerden biri gibiydi. Sabah sabah aklına nasıl bu geldi derseniz, uyanmayı ertelemek için aklıma gelen diğer şeylerden de bahsetmek isterim. Örneğin küçükken sabahları uyanmanın çok zor geldiğini hatırlıyorum, mandalinalı beslenme çantamı hatırlıyorum, bir keresinde uykudan yeni uyanmanın etkisiyle çantamı kaldırımda unutup kendim arabaya bindiğimi ve özenle tuttuğum tüm defterlerimin kaybolduğunu... Sonra bildiğim bütün eş anlamlı sözcükleri örnek verip, hadi on tane de siz bulun diyen kitaba nasıl kızdığımı hatırlıyorum, o zaman hepsini örnek vermeseydin dediğimi. Pazar günleri şu anda hatırlamadığım insanlarla gittiğimiz piknikleri hatırlıyorum.

Kenan Doğulu'nun şarkısı geldi aklıma hani "unutarak kurtuluyorum" diyen, o sebeple ben de başlığı "üşüyerek kurtuluyorum" koydum. Son zamanlarda bakmaktan en çok hoşlandığım fotoğraflar hep beyazlık barındıran, kış temalı fotoğraflar. Madem konumuz üşümek, kar kış,  belki bakar kendinizi oralarda hayal edersiniz...

                                                                       source:weheartit

Haftanızın devamı çok güzel geçsin,

XOXO
GİZEM
Instagram: gizeemkose

18 Kasım 2013 Pazartesi

Masumiyet Müzesi

5 Temmuz 2010. "'Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum' diye başlayıp 'herkes bilsin,çok mutlu bir hayat yaşadım' ile biten fakat aslında mutsuzlukla örülü kitapta, altıyüz sayfadır okuduklarımın birbir ölmesi bile derinden yaralarken beni, hala hayata karsı savunmam tam diyebilir miyim diye düşünürken, yine uyuyamadım gece." yazmışım. Üstünden 3 yıl geçmiş ancak hala kitabın kapağını bile görsem, o hislere geri dönüyorum. Boşuna "insanların neler yaptığını unutursunuz ancak onların size neler hissettirdiğini unutmazsınız" dememişler, hisler o kadar kalıcı ve her an geri dönmeye o kadar müsait ki...Bir parfüm şişesinde saklı hisler sanki, kapağı azıcık yerinden oynasa hemen sızıveriyor atmosfere, kaplıyor her yanı hislerin buram buram kokusu...

Gerçek olamayacak bir yerdi sanki Masumiyet Müzesi, Evet varlığından bahsediliyordu ve ben de haberdardım, ama bir türlü gidip de bir romanın gerçek halini görmeye gidememiştim, ta ki o güne dek. Çukurcuma'ya vardık, işte oradaydı Füsun da Kemal de, sanki bizi bekliyordu, sayfaların arasından çıkıp gelmiş gibi.

"Bana yalan söylemeni isterdim aslında.Çünkü insan ancak kaybetmekten çok korktuğu bir şey için yalan söyler."
"Hiçbir şey olmamış gibi yapabilmek için, sıradan şeyler düşünmeye bütün gücümle kendimi zorladım." 

İçinde fotoğraf çekimi yapılamadığından elimde fazla fotoğraf yok. Zaten o andan öyle büyülenmiştim ki, fotoğrafını çekip o anı sonraya taşımak düşüncesi dahi aklımdan geçemedi. Tamamen hatıralara odaklanarak bir çırpıda gezdim bu çok sevdiğim kitabın çok harika müzesini. Müzede görselliğin yanısıra seslerin de yardımıyla, romana geri döndüm diyebilirim...Kitabın kapağı gibi, soluk pembe düşlerle doldu içim.


"Geçen zaman, hatıralarımı zayıflatmıyor, çektiğim acıyı daha dayanılır kılmıyordu. Her güne ertesi günün daha iyi olacağını, onu birazcık olsun unutmuş olacağımı umarak başlıyor, ama ertesi gün karnımdaki ağrının hiç değişmediğini, acının sürekli yanan kuvvetli bir kara lamba gibi içimi karartmaya devam ettiğini hissediyordum. Onu birazcık daha az düşünebilmeyi, zamanla onu unutabilmeyi başardığıma inanabilmeyi ne de çok isterdim! Onu düşünmediğim dakika artık çok azdı, daha doğrusu hiç yoktu. Belki bazı geçici anlar vardı, o kadar. Bu "mutlu" anlar da çok kısa sürüyor, bir-iki saniyelik bir unutma süresinden sonra, kara lamba tıpkı bir apartmanın kendiliğinden sönen otomatiği gibi kendiliğinden yanıp karnımı, genzimi, ciğerlerimi zehirliyor, nefes alış verişlerimi bozuyor, varolmayı sürekli gayret gerektiren bir zorluğa çeviriyordu…"

Kitabı okuyup, benim gibi okurken gerçekmiş gibi hissedip, bir de somut halini görmeye can atanlar için, Masumiyet Müzesi Çukurcuma'da, Füsun, Kemal, hatırları ve izmaritleriyle birlikte...


Sevgiler,

GİZEM

instagram: gizeemkose

13 Eylül 2013 Cuma

Rüyalar Gerçek Olsa

Çoğu rüyamızı hatırlayamıyor olduğumuz gerçeği beni derinden sarsıyor arkadaşlarım. Çünkü orada beynimiz bize kendimizle ilgili pek çok şey gösteriyor aslında. Sergilenen senaryo hep içimizdeki bir yerlere bağlanıyor. Gerçi çocukken gördüğüm ve neden bu kadar etkilendiğimi anlamadığım içinde kırsal alan ve terlik içeren bir rüyayı hala hatırlıyorum mesela.

                                     *Fotoğrafı Avusturya'nın harika parklarından birinde çekmiştim.

Nereden mi bu konuya geldim? Bu gece gördüğüm rüyayı çok net hatırlıyorum mesela, hangi parametrelere bağlı olduğu tam belli olmayan bu mistik durum hakkında, serviste uyuyakalmadan önce sanırım 1,5 dakika kadar düşündüm-bu konuya sonra geleceğim… Rüyamda bir durum yüzünden bir anda Avusturya’ya gitmişiz, durumu tam bilemiyorum tek düşündüğüm yanıma hiç kıyafet almadığımdı. Rüyamda kendi kendimi teselli edip neyse Primark’tan alırım dedim ki yatmadan önce anneme Primark’a gitmeyi özlediğimi söylemiştim. Görüyor musunuz ufacık bir şey nasıl rüyama girmiş?! Olaylar burada sınırlı kalmıyor, bir markalar geçidi olan rüyamda bu kez Nine West mağazasını görüyorum, birkaç gömleği öğle tatili bittiği için denemeden alıyorum. Mağazanın içi –yerler dahil- gömlek ve eteklerle doluydu ki, galiba içerisi başka mağazaydı da beynim niyeyse Nine West diye kodlamış.

Serviste uyuyakalmadan önceki 1,5 dakikaya geri dönelim.  Çok erken kalkmalarım sayesinde pek çok fantastik olay yaşıyorum. Mesela geçen gün uykuyla uykusuzluk arasında serviste olduğum halde acaba servisi kaçırdım mı diye gözlerim fal taşı gibi açıldı. Artık ne görüyorsam yine rüyamda.

Hep yaşadığım bir başka fantastik olay da, kalkıp hazırlanmam gereken zamanda uyumaya devam etmem fakat o kadar da sorumsuz olmayı kendime yediremediğimden olsa gerek aynı anda rüyamda hazırlandığımı görüyorum. Ben 10 dakika daha uyurken rüyamdaki Gizem kalmış, hazırlanmış, çantasını bile düzenlemiş, e vallahi bravo ona, pek düzenli bir kız doğrusu!

Rüyalarda buluşalım, bloglarda kavuşalım peri tozlarım, iyi cumalar!

5 Eylül 2013 Perşembe

Günün Faydalısı

Bugün yine orada burada yaprak kemirir gibi bilgi kemirirken sizle de paylaşmak istediğim şeyler gördüm. Magazin basını diliyle mi seslenseydim acaba? Şok gelişme! Ya da gazetelerin yaptığı gibi ilgi çekici olsun diye alakasız başlıklar mı atsaydım?

                                                                       source: pinterest

Etrafınıza bir bakın, herkes diyette mi? Diyette olmayanlar pazartesi diyete mi girecek? Lezzetli olarak algıladığımız  yiyecekler neden hep çok kalorili? Aslında bu sonuncunun cevabını hep merak edip araştırmışımdır. Biz bol yiyen, kalorili beslendiği için hayatta kalabilen nesillerden geliyormuşuz da ondan, beslenemeyenler o zamanların koşulları altında silinip gitmişler. Yani duyumlarım okumalarım bu yönde özetle.

Peki ince olmak, “çok ince olmak” her zaman güzellik göstergesi miydi? Bunun yanıtının hayır olduğunu hepimiz biliyoruz sanırım. 1970 ortalarında Amerikan kültüründe, ince olmanın önemli olduğu zamanlarda,  ‘Miller’ birası az kalorili olan ‘Miller Lite’ ürünü ile çok başarılı olmuşken, 1960’larda, Gablinger bira markası, az kalorili ürünleriyle pazarda önemli varlık göstermemiştir. Sebebi neydi dersiniz? 1960’larda zayıf olmanın şimdiki kadar önemli olmaması! Kıssadan hisse, güzellik ölçütleri zamanla değişir, size bir şey olmasın! Neyse biz sebzemizi meyvemizi yiyelim, sağlığımızı ihmal etmeyelim şekerler!

Herkese güzel perşembeler!

XOXO
GİZEM

instagram:gizeemkose 
See you there :)


2 Eylül 2013 Pazartesi

Yeni Ay

Hep söylerim, benim için yıl ocakta değil eylülde başlar. Bu sebeple bugün benim için yılın ikinci gününün içindeyiz. “Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer” sözünü hem ocakta hem de eylülde test etmiş bir insan olarak, zannediyorum eylüle nasıl girersem öyle geçiyor benim yılım da. Eylüle özel bir ilgiyle yaklaşıp tüm pozitif enerjilerimi göndermem belki de bu yüzden.


                 *Fotoğrafı ben çektim Edirne’de, iki yıldır ayçiçeklerinin boynu büküklüğüne yetişebiliyorum ancak.

Bir süredir her hafta sonu bir yerlerdeyim, tatil sonrası tatil ihtiyacımı gideremediğimi görünce cuma cumartesi pazar tatilini dinlenme tatili yapıp bir yere gitmedim. Hal böyle olunca normalde hiç izlemeyeceğim türden acıklı filmlere de denk geldim. Benim gibi “her türlü acıklı filme itinayla hüngür hüngür ağlanır” tipi bir insan için bu tuzağa düşmek gibi bir şey. Senaristlerin “bu sahneyi buraya koyalım kesin çok duygusal olur” dediği sahneyi hemen algılar, filmin mantığını çözer, ağlatmak için yapmış bu kadar olmaz derim içimden, ama bu kadar mantık abidesi olduğum halde bir yandan da ağlarım. Hem mantıklı düşünür “hep oyun bunlar” derim, hem de gözlerim dolar.

Sonra bol bol bilmediğim dünyaları izledim. “Ben hiç dizi izlemem, genelde belgesel” der gibi olacak (ki izlediğim dizileri yanyana koysak buradan köye yol olur :D) ama arada da hayvanların dünyasını izlemek hakikaten kafa boşaltıyor. Aranızda bal porsuğunu tanımayan var mı? Kendisi duymasın, oldukça sinirli biri! :)  Onun o umursamaz, bir sonraki adımını düşünmeden hareket eder tavrını izlemek hobilerim arasına girdi. Mutlaka bu hayvan hakkında biraz okumanızı tavsiye ederim, dünya görüşünüzü etkiliyor :) Aklıma gelmişken, kuş gözlemciliği diye bir meslek var biliyor musunuz, bir de okyanus biyologluğu var, çok güzel işler bence.


*Adana-Gaziantep yolu, yel değirmeni gözlemciliğinde uzmanlaşıyorum.

Ben aslında kahverenginin her tonunu severim. Kurumuş yaprak rengini severim. Başıma çok güneş geçmesinden hoşlanmam, Tamam tamam beyazı da severim. Yaprakların üstünden geçerken çıkan o sese artık çok yakınız. Bu sonbahar çok sert geçecek! (izlediğim dizilerin buradan köye yol olduğunu söylemiş miydim? :D)

Herkese güzel eylüller, yepyeni mutluluklar!

GİZEM




27 Ağustos 2013 Salı

Adana & Gaziantep Notları

İşim gereği değil ama kendim gereği çok geziyorum galiba. Gerçi bu sefer kuzenimin hayırlı bir işi için düştüm yollara, haftasonu Adana’ya ve Gaziantep’e gittim. Adana’da kalıp Gaziantep’te dolaştım da diyebiliriz, iki güzel şehrin birbirine bu kadar yakın olması ne güzel!



Fotoğraf makinasal bir kriz yaşadık, hep böyle zamanlarda bir şeyler üst üste gider ve hep gitmeyi istediğin yerde, gördüğün kareleri hapsedemeden dönersin işte böyle. Telefonla idare ederim derken, son gün kalabalık evde telefonum şarjdayken düşüp şarj girişi çatladı, şu an akıllı telefonsuz saatleri tecrübe ediyorum, o nasılmış onu yaşıyorum tekrar. Bildiğin bağımlılık bu, sürekli insanın aklında. İş çıkışı doktora götüreceğim, Adana’da hastalandı derim artık.


Yaptıklarıma ve yaşadıklarıma dönecek olursak, Adana’da da Gaziantep’te de yerlilerin konuşmalarını senfoni dinler gibi dinledim.

Bir an değişik bir kültüre, değişik adetlere, konuşma biçimine adapte olasım, olmaya çalışasım o kadar geldi ki, orada yaşadığımı hayal ettim. Nasıl olurdu acaba? Günde 4 saat trafiğin, şehir stresinin bambaşka hale getirdiği insanların olmayacağı kesin.  Sade dekore edilmiş bir salonda taşlı bir avize gibi acaip durur muydum ki? Çok gittim yabancı olduğum yerlere, ama ilk kez farklı olduğumu anlayarak baktı insanlar, garip bir duygu hissettim ama rahatsızlık değildi bunun adı, koyamadım.


İnsanlar öyle yardımcı ki, İstanbul’da kimsenin yardım edeceğini aklınıza bile getirmediğiniz durumlarda beliriveriyorlar. Alışık olmadığım bir durum olduğu için, gerçekten böyle miymiş diye bocaladım ama pek hoşuma gitti bu “insanlık” hali. Adana’da akşamüzeri arabada kendini iyi hissetmedi annem, durduk aşağı indi, tarla gibi bir yerde durup hava alıyoruz, 2 dakika geçti geçmedi bir araba durdu, ne oldu bir şeye ihtiyacınız var mı, iyi misiniz diye soruyor insanlar. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Aynı şekilde Gaziantep’te, sen bir şey soruyorsun onlar beş anlatıyor.


Burada parantez açıp anlatmak istediğim bir konu daha var, biz düğüne Adana’dan biraz Gaziantep’i gezelim diye erken gittik, orada bir kuaför buluruz dedik. Ne var ki aradık aradık bulamadık, son anda gördüğümüz bir kuaföre tesadüfen girdik. O kuaför de o kadar iyi çıktı ki, kafamda bir model bile olmamasına rağmen, kafamda olmayan modeli tam istediğim gibi yaptı! İstanbul’da olsa direk kendi kuaförlerimi değiştirip oraya gitmeye başlardım o derece ilgili ve işini iyi yapan insanlardı. Yolu düşen olursa kuaförün ismi Umut İlbaylı Kuaför, stadyumun yakınlarındaydı ancak şimdi yeni bir yere geçeceklermiş.

Bunun dışında, yolda da merkezde de o kadar çok Suriyeli vardı ki…Kiralar iki katına çıkmış, gezerken bazen yabancı bir ülkede hissediyorsun kendini, farklı dil duyuyorsun hep. Arabayı park ettiğimiz yerin sahibi biler Suriyeliydi.

Daha fazla fotoğraf için web üzerinden instagram.com/gizeemkose’yi ziyaret edebilir, instagramdan beni @gizeemkose üzerinden takip edebilirsiniz,

Herkese güzel günler diliyorum :) Sevgiler,


GİZEM

15 Haziran 2013 Cumartesi

F.R.I.E.N.D.S

Tatillerin de kapıda olduğu, gündüzlerin daha uzun olduğu bu yaz günlerinde, size mutluluğun ufak bir formülünü vermek istedim-hala izlemediyseniz kendinize bu iyiliği yapın ve Friends'e başlayın. Başladığınızda görüntü kalitesi sebebiyle vazgeçebilirsiniz, bana inanın ve vazgeçmeyin, size gül bahçesi değil ama baya baya kahkahalar vadediyor bu dizi. Daha önce hiçbir diziyi izlerken ardı ardına kahkaha atmamıştım. Küçük bir uyarı: bir şey yerken izlediğinizde dikkatli olun! :)

İzlediğim süre boyunca  o kadar onlardan biri oldum ki, bittiğinde beni salonda unutmuşlar da gitmişler gibi geldi. "Uzaklaşamama sendromu" yaşadım. Kulağında Friends'le uyuyakalanlar derneğinin üyesi olduğumdan uyuma vakti geldiğinde bir "ee peki..bir şey eksik sanki" olmadı değil.



Teşekkürler Chandler: Yolda yürürken, dururken, alakasız bir anda aklıma gelen tüm o sarkastik sözlerin için, arkadaşlığın için..Aramızda kalsın en çok seni sevdim.

Teşekkürler Ross: Üzülmüş gibi yapıp birdenbire "fine by me" deme örneğinde olduğun gibi duygu değişimlerin, başarılı ses tonu ve mimiklerin, güzel kalbin için.

Teşekkürler Monica: İnsan anladığını sever derler ya, ben seni bir bölümde o kadar iyi anladım ki, canımsın Monica! Arada büyük süpürgenin tozunu alması için evde bulundurduğun küçük süpürgeni al bize gelsene, temizlik yaparız :) I know dediğini duyar gibiyim.

Teşekkürler Joe: Gülerken birdenbire olayları anlayıp gözlerini kocaman açtığın için...Pizza var yer misin?

Teşekkürler Rachel: Sezonlar boyu moda değişimini senin kıyafetlerinden takip edebildiğim için..

Teşekkürler Phobe: Görmek istemediğin bir şeyi gördüğünde "my eyes my eyes" diye bağırıp kaçtığın için...Ama ne yalan söyleyeyim, pek yıldızımız barışmadı.


Seviyorum sizi gençler, evin anahtarının biri bende kaldı, uğrayın alın bir ara.

XOXO
GİZEM

3 Mayıs 2013 Cuma

Little Things Make Life Better

Eskiden günlük yazdığımdan bahsetmiştim ya sizlere,  her günlük değiştirmemde hayatımın da yeni bir evreye girdiğine inanırdım. Şimdi bu alışkanlığım her aya başladığımızda yeni bir şeyler olacağı inancına dönüştü. Buna rağmen yeni yılda aynı hisleri besleyemiyorum, aralık ayı bir şeyleri kapatmak için uygun bir ay gibi sinmiyor içime. Gizem the last daldan dala atlayıcı olarak, aslında çok başka bir şeyden bahsedecektim: küçük şeylerin hayatımızı ne kadar güzelleştirdiğinden! Mayıs ayını çok seven bir insan olarak, tek sebebim bu ayda doğmuş olmak diyemem. Hazirandan önce, tam yaz gelmeden, nefes alma ayıdır mayıs. Çiçek kokar. Biri "merhaba" derse size, bahar esintisiyle daha dostça görünür bu söz. Bu mayıs ayı da, hep güzel haberler aldım, umarım böyle de gider!

Bu sabah uyandığımda, hiç beklemediğim bir şey oldu. Kargo geldi sabah, iyi güzel, olma ihtimali fazla bir şey. Olma ihtimalini aklımdan bile geçirmediğim şey ise, o kargonun Fransa'dan gelmesi, dahası içinde erken doğum günü hediyem olması! Düşünceli insanların kıymetini ne kadar bilsek, ne yapsak az! Doğum günüm için önceden hediye yollamış, bunu yapmak için gizli yollarla tam adresimi almış, bana günlerce önceden çok büyük bir sürpriz yapmış Ceylan (unpeudetenue.blogspot.com), mutluluktan ağlamamak için zor tuttum kendimi. İyi bir arkadaş olmak da, iyi bir arkadaş bulmak da çok zor artık, o sebeple elimizdeki iyi insanları çok sevelim, çok sarılalım onlara, bu da cuma mesajı olsun :)



Dedim ya mayıs ayı güzel başladı diye, geçen gün makale mi okusam Friends mi izlesem diye içimden geçiriyordum. Sonra bir makale okuyayım diye açtığım makalede, Friends dizisinden bahsedilmesin mi? Hem de daha yeni izlediğim bölümünden! Hayat bu kadar güzel tesadüfler getiriyorsa karşımıza, e bize ne demek düşer : little things make life better!



Herkese harika bir haftasonu diliyorum!

                                                                           XOXO
                                                                          GİZEM

7 Mart 2013 Perşembe

Nostalji

"Artık kimse mektup yazmıyor" denilen zamanlarda bile mektup yazardım ben birilerine. Bilirsiniz, insan ruhunun çekmecelerini temizlemeye cesaret edemezse bazen odasının çekmecelerini temizler. Öyle bir günde, biraz da eskiye özlemle sanıyorum, elim bu mektuplara gitti. Ne çok mektup, ne çok anı...Evet belki bunlar başkalarının bana gönderdiği mektuplar ama neyin cevabı oldukları okuyunca o kadar belli olan satırlar ki...Sen nasıl değişirsen, başkalarıyla iletişimin de öyle değişiyor aslında. Bu yüzden başkalarının mektuplarında ben kendimi, benim onlara yazdıklarımı buldum.


28 Şubat 2013 Perşembe

Ben Bu Ay

Şubat'ın sonuna geldiğimizde, zihnimde salınan anıları kağıda değil belki ama sayfama aktarayım istedim. Eskiden cilt cilt günlük yazdığımı biliyor muydunuz? Benim çocukluğumda bu kadar teknoloji etrafı sarmadığından mı yoksa kişiliğimden mi bilmiyorum, oturup yazmaya zorunlu hissediyordum kendimi, bir sürü ben yaşadıklarımı değerlendiriyordu sanki yazarken. Çoğu kişi "yazmak ferahlatır" diyordu ama ben bu faydasından ziyade, iz bırakma hevesiyle yazdığımı düşünüyorum. Artık günlük tutmuyorum, hafızama kalmış her şey...


7 Şubat 2013 Perşembe

Simple and Quick

Merhaba!

Hızlılık ve basitlikle aranız nasıldır? Sizin için önemli olan basit tutup hızlı yapmak mıdır yoksa dört başı mamur olsun diye uğraşır mısınız? Neyse, tatlıdan kişilik testi yapmayı bir kenara bırakayım da, iki arada bir derede bu hızlı sevimli tatlıyı paylaşayım sizle.

Tarifi veriyorum diyeceğim ama tarifi yok.Yani puding yapıp, çilekleri doğramak, ballı muzlu cici bebe ufalamak tariften sayılmaz :) Bir tatlı krizini engelleyici, akşam şenlendirici çilekli tatlı diyebiliriz ona.






                         

23 Ocak 2013 Çarşamba

California Here We Come

Hayır hayır, California'ya gitmedim, bu da bir gezi yazısı değil (keşke olsa ama, değil). Bu, blogu açtığımdan beri yazmak istediğim ancak şimdiye kısmet olan bir yazı. Ben hep böyleyimdir, benim için önemli olan şeyleri yazıya dökerken insanlar " bu muydu yani bu kadar önemli olan" der diye biraz çekinirim. Biliyorum çünkü, biri için bir şey ifade eden diğerine tamamen anlamsız gelebilir. Mesela The Oc, benim hayatımın önemli taşlarından, müziği telefonumun zil sesi olmuş, bana bir çok şeyi sevdirmiş, kafamdaki hayallerin merkezi olmuş, hala çalışma masamda fotoğrafları olan dizi..


19 Ocak 2013 Cumartesi

Evrene Mesaj



Bir önceki posttan bu yana epey zaman geçti, hala 2012'ye güle güle diyemedin mi seslerini duyar gibiyim. Oradan oraya zıplayan bir çekirge edasıyla zamanın nasıl geçtiğini anlamadım gerçekten. Neyse, size şu anki durumdan biraz bahsedeyim.

Finallerim cuma günü bitiyordu, pazartesi de proje teslimim vardı. Çok uykusuz olduğumdan perşembe çalışmam biraz geç saate kalmıştı. İki hafta önce projeyle ilgili çalışmalarımı yapmış hafta sonu son kez bakmak üzere kaydetmiştim, bütün ilgili belgeler tek klasördeydi. Perşembe gecesi o klasöre tıklamamla başımdan aşağı kaynar sular döküldü, dosya açılmıyordu! (Geçmiş zaman kullandım ama, hala açılmıyor) Bir süre şokla ekranı seyrettikten sonra sakin olup cuma günlü sınava hazırlanmam gerektiğini hatırlatmaya çalıştım kendime. Biraz dolandım evde, sakinleşmeye çalıştım. Tekrar notların başına geçtim, iki cümle okudum elektrik kesildi! İçimden "yok artık!" diye bağırsam da dışımdan bunu kendime belli etmedim, gittim el feneri aldım. El feneriyle ağır ağır çalıştım bir süre. Sonra da çok gürültülü bir jeneratör çalışmaya başladı ama normal bir gürültü değil, jeneratör adeta çalıştığım odada! Tüm konsantrasyonum gitti, o jeneratör sanki benim açılamayan dosyamı öğütüyordu. Uyumak istedim o gürültüyle onu da yapamadım. Tüm gece zombi gibi durdum ayakta, sabah da kalkıp sınava girdim.

Eve döndüğümde hala açılmayan klasör durumunda bir değişiklik yoktu. Bir sürü şey araştırdım, uyguladım sonuç çıkmadı. Arkadaşıma son halini değil de birkaç aşama öncesini atmıştım projenin, onun üstünden tekrar ilerlemek üzere onu açtım şimdi. Ama tabii tüm kaynakları ve indirdiğim tüm dosyaları kaybettim, elimde bir tek arkadaşıma yolladığım dosya var. "Tamam" dedim "iki gün ben bunu yapacağım". Sakinim sandım. Ama sonra aklıma geldi, hani evrenden ne istersek evren bize onu veriyordu? Ben evrene ne kadar kötü bir şey söylemiş olabilirdim acaba? O sırada bir şarkı ulaştı kulağıma "ben sana ne ettim yollarımı çıkmaza bağladın, üç gün güldüysem üç ömürlük ağladım.."

Merhaba haftasonu, merhaba!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...